Ana içeriğe atla

MUZAFFER İLHAN ERDOST'U KAYBETTİK


Türkiye'nin toplumsal bilincinin ve sol tarihinin oluşumunda önemli bir yere sahip olan Sol Yayınları'nın kurucusu ve sahibi Muzaffer İlhan Erdost, tedavi gördüğü Ankara Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde yaşamını yitirdi. 
Çok üzgünüm, Muzaffer İlhan Erdost… Yıldızlara Yoldaş olmak için koyuldu.... Bugün Yenimahalle Karşıyaka Mezarlığından Öğle Namazına müteakip uğurlanacaktır.
Şair, Yazar, Yayıncı, İnsan Hakları Savunucusu Muzaffer İlhan Erdost'u kaybettik.



Işıklar Yoldaşı Olsun.



 Ailesine ve Sevenlerine Baş sağlığı diliyorum.



MUZAFFER İLHAN ERDOST ilgili Bir Anımı Paylaşmak istedim.



12 Eylül 1980'den Sonra Mamak Askeri CEzaevi
7 Kasım 1980..
 C4 bloğumuzun önüne askeri Reo marka bir araba yanaştı, anladık ki tutuklu geldi. İki kişi indirildi ama uzaktan durumlarının iyi olmadığını aramızda konuşarak teyit ettik. Koğuş kıdemlisine çabuk bir şekilde dışarı çıkmasını bahçe içerisindeki nöbetçi erlere gelenlerin durumlarının iyi olmadığını, çok işkence gördükleri hallerinden belli olduğunu, sonra bu sorumluluğa onların da dahil olmamasını istedik.



Tutukluların durumları çok kötü gözüküyordu. Halen arabadan indirilirken bile tokat, tekme yiyorlar, bir taraftan da ellerindeki coplarla rast gele kafa, sırt, kol ve bacaklara kısaca nereye geldiğine bakılmaksızın coplanıyorlardı. Elleriyle, ayaklarıyla tekme, tokat atan askerler, tutukluları arabadan ittirip diğer askerlere teslim edinceye kadar tutukluların yüzlerine , sırtlarına, başlarına darbeler indirdiler. Tutuklu bulunan şahısların ayakta durmalarının mümkün olamadığı gözüküyordu. Tutukluları bahçe içerisindeki nöbetçi askerlere tutanakla teslim edip ayrıldıktan sonra ; içerideki nöbetçi askerler Koğuş kıdemlilerin (bizlerin) uyarılarını da muhatap aldılar. Koğuş Kıdemlilerine “boş yeriniz var mı?” diye sorarak tutuklulara hiç dokumadan içeri almamızı istediler...


İkisi de öyle çok işkence görmüş olacaklar ki yürüyecek dermanları yoktu, gözlerini açacak halde değillerdi. Kısaca dış görünüşleri (genel) hiç güzel gözükmüyordu. Çok perişan halde, insanlıktan çıkmışlardı. Yüzleri, elleri ve ayakları şiş içerisinde her tarafları kan içerisindeydiler.
İçeri girdiler. İçeride sağlı ve sollu olmak üzere iki tane koğuş vardı. Biz sağ koğuşta boş yatak olduğu için sağdaki koğuşun girişindeki bir banka oturttuk. Kendilerini tanıtmalarını istedik. İki kardeş olduklarını, birisinin adının Muzaffer, diğerinin adının ise İlhan Erdost olduklarını söylediler. 
İlhan’ın yüzü kanlıydı. Gözleri kanlanmıştı. Üzerindeki palto kanlıydı. Muzaffer olanında durumu ondan farklı değildi. Elleri, yüzleri şiş içerisinde gözlerini ve ağızlarını açacak durumda değildi.

Diğer taraftaki tutuklunun adının Muzaffer Erdost olduğu söylendi. İlhanla kardeşlermiş. Muzaffer Erdost’u da aynı koğuşta iç kısımdaki bir ranzaya yatırdık.



Zaten ara sıra İlhan, abisi Muzaffer’in nasıl olduğunu soruyor, Muzaffer de İlhan’ın durumunu soruyordu. Bu sebepten dolayı her iki kardeşi de yan yana ranzalara yatırdık. Birbirlerini görmelerinin iyi olacağı düşünüldü.


Bir ara abisi İlhan’a seslendi ama yanıt alamadı.


Ancak o arada sevgili İlhan’ı kaybettiğimizi, artık sağlık anlamında yapacak bir şeyimiz kalmadığını anladık.


İlhan Erdost’un abisi olan Muzaffer Erdost’u ve yanında getirdikleri çantalarıyla beraber alıp götürdüler. Anladık ki bir daha dönmeyeceklerdi.
İşte o gün yani 7 kasım 1980 Cuma akşamını böyle kapattık.

Tabi o gece hiç birimizi uyku tutmadı, özellikle bu olayı canlı yaşayan bizleri…


Ayrıca Muzaffer Erdost’u alıp götürdüler ona ne oldu, nerede diye merak ettik. Ancak bir haber alamadık. Merakımız yaklaşık birkaç gün sonra yatıştı. Bulunduğumuz cezaevi C4 Blok yani konum itibariyle Askeri Savcılıkla karşı karşıya. Bir hava saatinde yine Muzaffer Erdost’un yanında birkaç kişiyle beraber Askeri savcılığa geldiğini gördük.


Biz de arkadaşlarla şöyle değerlendirdik: “Demek ki İlhan Erdost’un ölümünden sonra Abisi Muzaffer Erdost’u serbest bırakmışlar” . Bu da bizi çok sevindirmişti. En azından bu durum bizi sevindirdi.
7 KASIM 1980 CUMA GÜNÜN ANISI BENDE BÖYLE KALDI.
İşte bugün aradan tam 40 yıl sonra Muzaffer Abimizi'de yıldızlara uğurluyoruz.
Güle Güle abi seni hiç unutmayacağız...
Ali Cemal Türkmen


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

EKONOMİK KRİZ

İŞ,  EKMEK, ÖZGÜRLÜK İSTİYORUZ Pazardan, marketlerden, çarşıdan hiç bir şey aynı fiyattan alınamıyor. Paranın değeri pula döndü. Ekonomideki kötü gidişat " PARA- DÖVİZ" krizi olarak patladı. Halkımızın alım gücü iyice düştü. Sürekli borçlanarak satamayacakları kadar mal üretmeye devam eden kapitalistler, elde ettikleri yüksek karları cebe indiriyorlar. Şimdide Şirketlerin borçlarını emekçilerin sırtına yıkıyorlar. Çok sayıda büyük şirketler konkordato ilan ederek iflasta olduğunu beyan etti. Milyarlarca dolar para yurt dışına çıkarıldı. Köprülere yolcu, hastanelere hasta teminatı verilerek yapılan " BÜYÜK PROJELERLE" şişem balon patlamış bulunuyor. Enflasyon çift rakamlı , vatandaşın enflasyonu ile devletin kurumu (DİEK) enflasyon arasında dağlar kadar fark var. Bir çok şirket seri halde işçi çıkarmaya devam ediyor. Krizleri Kapitalist sistem üretir. Bu sistemde ekonominin çarkları halkımızın yararına dönmez. Büyük şirketler, tekeller...

TARİH 11 TEMMUZ 1979'U GÖSTERİYORDU

ACILI GÜNLER GERİDE KALDI Tarih 11 Temmuz 1979’u gösteriyordu. Babam çok heyecanlıydı. Vurulan Oğlu Ali Haydar Türkmen’in  Mahkemesi vardı çünkü. Sabah erkenden kalkıp üstünü giydi ve bizlere ”Ben Mahkemeye gidiyorum” dedi. Mahkemede oğlu Ali Haydar Türkmen'in davası sürerken karşı tarafla (oğlunu vuran polis ve onun arkadaşları) ilk defa karşılaşacaklar. “Can güvenliğimiz yoktur” diye mahkemeye gelmemiş, mahkeme heyetine dilekçe göndermişler.'di... Mahkeme'de duruma itiraz eden babam Niyazi Türkmen "Mahkeme Heyetine: “Biz siviliz ama can güvenliğimizden korkmuyoruz. Sizlerin karşınıza her zaman çıkabiliyoruz, istenilen her yere de gidiyoruz;; Ama ne acıdır ki onlar devletin her türlü imkânlarından yararlanıyorlar, bellerinde silah rahatça adam vurabiliyorlar ve üzerlerinde devletin resmi elbisesini taşıdıkları halde yine de “CAN GÜVENLİKLERİ YOK!“ diye mahkemeye bizim karşımıza çıkamıyorlar.   Burada bir  "ADALETSİZLİK " yok mu Hâkim Bey?...

TANITABILSEM,,,

  BİZİM KÖYÜN YEŞİL YAYLALARINI, İMKANIM OLSADA TANITABİLSEM, ALTIN BAŞAK VEREN TARLALARINI, FENNİ GÜBRE İLE CANLATABİLSEM. DEĞİRMEN ÇEVİRİR AKAR SULARI, İSTEYİNCE KOKAR MİS GİBİ SULARI, İSTEYEN TARLAYA SOKAR SULARI, KAZMA KÜREK İLE YÖNETEBİLSEM. AŞIK CEMALİYİM KÖYDEN AYRİYİM, NUFÜSUM ORDA NEDEN GAYRİYİM, KOVANIMA GELİP GİDEN ARIYIM, GAM YEMEM HERKESE TANITABİLSEM.