Ana içeriğe atla

EBEDI BIR HASTALIKTIR YAZMAK...


ÖMER POLAT HOCAM VE BİZ….
Edebi bir hastalıktır yazmak ve tedavisi asla mümkün değildir.” derdi Ankara Akdere orta okulundaki Sınıf  ve Almanca Öğretmenim  “ Ömer Polat . O dönem de bile İtiraz etmiştik birkaç arkadaşla;

Ama bu arada kısa bir hatırlatma yapmadan geçmeyeceğim. “Ömer Polat” 1980 yılına kadar Ülkemizde bir çok şiir kitabı, roman ve duz yazıları çıkmış hatta romanları Tiyatro oyununa çevrilmiş bir yazarımız. “ ALADAĞLI MIHO” adlı tiyatro eseri gibi. Bilmenizi istedim..

Tekrar konumuza gelirsek, Gülmüştü Ömer Polat  hocamız. “Sözümü tekrar ediyorum, edebi bir hastalıktır yazmak ve tedavisi asla mümkün değildir.” demişti, bizim bilgiç ve vakur tavrımıza karşın.

 Şaşırmıştık bu söze. Madem bir hastalıktır, madem tedavisi yoktur, hocamız neden bir müddettir yazmıyor ya da yazamıyordu?  Bizleri dinlemiş, düşünmüş ve bizi de düşündürmeye çalışmıştı en sevecen haliyle. “Yazmaya sadece ara verilir. İnsan ruhu bazen boşluklardadır. İşte o zaman yazamazsınız. Ama unutmayın ki; yazmak denen olgu estetiği mümkün olmayan bir çizgidir. Ruh o boşluktan çıkar çıkmaz bıraktığınız yerden ve aynı hızla başlarsınız.”

 Bu sözler çok anlamlıydı belki o yıllarda bizim için; ama doğruluğu kanıtlanmamış, havada kalmış sözlerdi. Gerçekten de böyle miydi? Yazmak bir alışkanlıktan öte ruhun doyumu mu idi? Yürekten taşan damlaların biriktiği bir gölet mi idi?
 Sene 1976 yıllarıy dı O zamanlarda kaldı bu konuşmalar ve  unutuldu…

 Yıllar geçti; kalemin yerini daktilo aldı. Yazan her insanın genelde evinde küçükte olsa bir daktilosu olurdu. Beyaz yada saman kağıdına yada pelur kağıdına yazmak için kalemden kolaydı; ama yine de zordu. Silmesi, gürültüsü, yavaşlığı, şerit bitmesi, şerit yırtılması, çabuk bozulması ayrı ayrı birer dertti. Kullananlar bilir..

 Daha da zaman geçti; bilgisayarlar birden gelişiverdi. Artık yazanlar bilgisayarları kullanıyorlardı ve çok da rahattı. Önceleri az yazı üreten kalemler, artık sürekli yazabiliyorlardı. Büyük bir dost olmuştu bilgisayarlar.

 Internet artık insanlar içindi. Her rahatlığı ayaklara kadar getiriyordu. Bloklar, Gruplar edebi siteler, şiir siteleri çoğalıvermişti biden bire.

 Ben ilk olarak blok sitelerinde , Dernek Dergilerinde ve daha sonrada Türk Medyadan temsilcilik aldım ve  yazmaya başladım internet ortamında. Çok da hoşuma gitmişti. Yazıyordum, yazanları okuyordum, yorumlar alıyor ve yorum yapıyordum. Yorum yazmak ve yorum okumak benim için zevklerin en güzellerinden biri idi. Yazdıklarıma yorum getiren arkadaşlar, kendilerince, görebildiklerince, kalemimi eleştiriyorlar, ne yapmam gerektiğini belirtiyorlar ve bana yol göstermeye gayret ediyorlardı.
Bunu yaparken de asla bir büyüklük, kendini beğenmişlik, kibir gibi duygular yoktu. Ben de hak vermişsem teşekkür ediyor, aksini savunuyorsam da alt yorumla gerekçeleri sıralıyordum. Böylece yazılar geliştikçe gelişiyordu. Yorum alan da, yorum yazan da memnundu; çünkü edebi çizgisi, edebi dünyası gelişme içindeydi.

 Son iki yıldır edebi sitelere katıldım. Bloklardan daha önemliydi benim için ve o nedenle blokları bıraktım. İlk anlarda, bloktaki alışkanlıkla, edebi sitelerde yorumları bildiğim şekilde yazmaya başladım. “Şunu şu şekilde yapsaydık acaba daha mı güzel olurdu? Noktalama işaretlerine dikkat etmemişsiniz; oysa dikkat etseydiniz yazınız daha bir zenginleşirdi” ve buna benzer yorumlar…
 Oysa edebi sitelerde edebi fikir alışverişi daha güzel olur diye düşünmüştüm. Edebi düşünce kazancı kat kat fazla olur demiştim. Hayal kırıklığı yaşadım uzun süre.
 Bıraktım bir süre yorum yazmayı. Bana yazanları okumayı da bıraktım. Hatta bir yıl hiç yazı da yazmadım.
 Sonuçta hocamın dediği oldu ve yine yazmaya başladım. İşte o zaman o güzel insanın (Ömer Polat) ne demek istediğini daha bir anladım. Ayrıca ismini andıkça hep Saygıyla anıyor ve anmaya devam edeceğim.
 Yazmadığım bir yıl içinde yorumları inceledim. Kısa, klişeleşmiş övgü dolu sözlerle tebrik etmek gerektiği kanaatine vardım. Ya da hiç yorum yazmamak…
 Yapamadım… Bir süre denedim ve deniyorum da… Ama yapamadım. Kendimle savaşa girdim.
 Bu yazıyı neden yazdım?
 Çünkü bence bir şeylerin değişimi gerekiyor. Bir çare olmalı… Ya “Yorum yapılsın, yapılmasın” seçeneği konmalı ve yazana bırakılmalı seçim, ya klişeleşmiş “Yüreğine sağlık.” denen yorumlarla yorum sayısı manevi haz vermeye devam etmeli ya da ne olursa olsun deyip bir köşeden izlemeli…
 Bu yazı sadece bir iç dökmedir. Hiç bir şahsa, hiçbir yazıya atfen düşünülmemiştir. Sadece içimdekilerin bilgisayara dökülmüş halidir. Ve yazı çok uzun sürmesin diye de olağanüstü kısaltılmış halidir.
 Nice güzel yazı ve şiirlerde buluşmak üzere…
Herkese Koronasiz ( #evdekal) sağlıklı, barış dolu Tatlı bir hafta sonu diliyorum..
02 MAYIS - Ali Cemal Türkmen

NOT; Benim bu noktalara gelmemde çok büyük katkısı olan öğretmenim Ömer Polat'a bu yazımı armağan ediyorum.

Yorumlar

  1. Duyguları,düşünceleri,yaşamı yazıya dökmek bunları ölümsüzleştirmek demektir.
    Yazım hayatında size başarılar dilerim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim
      Adınızı ve soyadınızı yazarsanız sevinirim

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

EKONOMİK KRİZ

İŞ,  EKMEK, ÖZGÜRLÜK İSTİYORUZ Pazardan, marketlerden, çarşıdan hiç bir şey aynı fiyattan alınamıyor. Paranın değeri pula döndü. Ekonomideki kötü gidişat " PARA- DÖVİZ" krizi olarak patladı. Halkımızın alım gücü iyice düştü. Sürekli borçlanarak satamayacakları kadar mal üretmeye devam eden kapitalistler, elde ettikleri yüksek karları cebe indiriyorlar. Şimdide Şirketlerin borçlarını emekçilerin sırtına yıkıyorlar. Çok sayıda büyük şirketler konkordato ilan ederek iflasta olduğunu beyan etti. Milyarlarca dolar para yurt dışına çıkarıldı. Köprülere yolcu, hastanelere hasta teminatı verilerek yapılan " BÜYÜK PROJELERLE" şişem balon patlamış bulunuyor. Enflasyon çift rakamlı , vatandaşın enflasyonu ile devletin kurumu (DİEK) enflasyon arasında dağlar kadar fark var. Bir çok şirket seri halde işçi çıkarmaya devam ediyor. Krizleri Kapitalist sistem üretir. Bu sistemde ekonominin çarkları halkımızın yararına dönmez. Büyük şirketler, tekeller

SEVGİ SELİME

                                    SEVGİ SELİME; Hayatımın aydınlığı, Yarin ( 29 Mart)  Senin doğum günün.  Önceden seninle sohbet edip sonrada benim duygularımı paylaşmak istedm. Bugün beni herkesten daha iyi tanıyor beni sevmeyi, mutlu etmeyi seçen yüce insan; Önce bana olan aşkın ve sabrın için,  hayatımın bir parçası olduğun için TEŞEKKÜR EDERİM.  Bugün milyarlarca kelime bile seni ne kadar özlediğimi tam olarak anlayamaz, anlatamaz , Sen gerçekten benim hayatımın en büyük hazinesiydin.  Bugün bize veda etmiş , yanımda olmayabilirsin ama sevgin ve hatıraların sonsuza dek hep kalbimde saklandı ve yaşayacak. Kalbim hala acı çekiyor ve gözlerim her zaman gizli gözyaşları döküyor. Beni nasıl bu durumda bırakıp gittiğini anlayamıyorum. Kalplerimizin dibinden, cennetteki yeni evinizde sonsuz mutluluk ve barış diliyorum. Hoşcakal iki nefes arasındaki can, hoşcakal yarım bıraktığımız heyecan , hoşcakal iki gözüm,  menekşem, pıtırcığım, Sevdam, Kara gözlüm,  Esmer güzelim,  Nur yüzlüm,  Eş

ANNEM HAVVA'YA MEKTUP

  ANNEM (  HAVVA )'YA  MEKTUP  Bu yazıyı sana adadım annem. Sensizliğinde, çekilmeyen bir günün anlam ve önemi üzerine bir şeyler karalamak için oturduğumda, bilgisayarımın başına, sana dair bir şeyler yazmak istedim. Biliyorum sen bunu okuyamayacaksın, bilemeyeceksin,  göremeyeceksin ama olsun senin yerine duygularımı paylaştığım insanlar okuyacak. Sana yazdım ya bu yazıyı, ellerim titreyerek, gözlerim dolarak ve ağlayarak. Hiçbir abarti  yok sözlerimde, eğer duyuyor, hissediyorsan gittiğin yerlerde. Yalnızca, sevgimi değil, sensizliğe alışamadığımı da bilmeni istedim.  Alışamadım ya, alışmak ta istemiyorum hani !.. Zor geliyor ölüm, zor geliyor sensizlik !.. Tüm dünya herkes annesinin “anneler gününü” kutlayacakken, senin gününü kutlayamamak, ellerini öpememek, hep birlikte gülüp eğlenememek zor geliyor be anne. Kızgınım sana !.. kırgınım bizi bırakıp  bu kadar erken gitmene !.. Kızgınım ya, elinden bir şey gelmediğinin de farkındayım. Ama keşke biraz daha uzun yaşamayı dileseydi